Genel

Timsal Karabekir’le babası Kâzım Karabekir Paşa hakkında…

Evvela müzeden bahsetmek istiyorum. Kâzım Karabekir Vakfı Müzesi nasıl oluştu efendim?

Timsal KARABEKİR: Müzecilik fikri babamızın. Yani şuralarda gördüğünüz bütün eşyalar benim çocukluğumdan itibaren kullanılan eşyalar. Ben bu evde doğmadım ama bu evde büyüdüm, en üst kattaki odaya babam elimden tutar yukarı götürürdü. Burası benim müzem dediği bir odası vardı. Burada gördüğünüz her bir eşyayı, birebir anlatmıştır. Yani Çanakkale’de çadırına düşen bomba parçasından, kar ayakkabılarına kadar ne ararsanız, silahlarına kadar o odada. Yani müzecilik fikri babamızın fikridir.

Her konuşmanızda Kurtuluş Savaşı paşalarına “İlahi Kadro” dediniz. Sizin onları tanımlamanız böyleydi. Peki, bu “İlahi Kadro” kimlerdi? Ve bu kadronun yola çıkış amacı ne idi?

Timsal KARABEKİR: Amaçlarına zaten eriştiler. Amacın cevabını yaşayarak alıyoruz. Vatan kurtulmuş, cumhuriyet kurulmuş. Amaç buydu. Ben babamdan bahsetmek ile başlarsam eğer, daha Kuleli Lisesi’nin ikinci sınıfında Karabekir, ‘’Kırk yıl Rus zulmünde olan Kars’ı kurtarmak benim idealimdi’’ diyor. Daha lise çocuğu, ben Kars’ı kurtaracağım diye kafaya koymuş. İdealleri var. Ve Allah ona iki kere nasip ediyor Kars’ı kurtarmayı. Bu kadronun hepsi çocukluktan değil ama Harp Akademilerinde beraber oluyorlar. Ali Fuat Paşa ile babamın akrabalığı da vardır. Gerçekten de Allah Türk’ün kurtulmasını istemiş ki o ilahi kadroyu göndermiş. İşte bu yüzden ben onlara “İlahi Kadro” diyorum.

1902 de 318/1 numarasıyla Karabekir, Harbiye’den birincilikle mezun oluyor. Daha sonra sırasıyla Hareket Ordusu’nda, Arnavutluk isyanında, Balkan ve Cihan Harplerinde bulunuyor. Mondros’un imzalanmasından sonra, Kurtuluş Savaşına paşamız nasıl dahil oluyor?

Timsal KARABEKİR: Çok acı bir levha var şurada. Eski yazıdır ama çok anlamlı. Edirne’nin savunmasında, Edirne düştüğü zaman Bulgarlara esir düşüyor babam. Ve orada diyor ki, “Hür ol, esir yaşama”. Esaretin nasıl bir zulüm olduğunu bizzat yaşayarak o levhası ile bizlere de anlatmaya çalışıyor. Çanakkale’de Mustafa Kemal Paşamız ile yarbay olarak bulunuyorlar. Sonra Kut’ül Amare, daha sonra da babam Doğu’ya geçiyor. Doğu Rusların işgalinde, ama Brest-Litovsk Antlaşması ile Ruslar yurdumuzu terk ederken silahlarını ve yerlerini Ermenilere, hatta yerli Ermenilere bırakıyorlar. Bu konuya yürek dayanmaz. Karabekir tek cümle ile diyor ki, “Allah benim gözümün gördüklerini hiçbir göze göstermesin.” Çok büyük bir mezalim, çok büyük ızdıraplar yaşıyoruz. Ve Kâzım Karabekir Erzincan, Erzurum, Sarıkamış, Kars ve ötesi dediği Nahcivan’ı kurtarıyor. Amacı Bakü’ye kadar gitmek. Fakat Bakü’ye kadar gitmeden, daha İran Tebriz’de iken “Geri dön” emri alıyor. İran Tebriz’den Batum’a geçiyor. Ama şurada çok önemli bir cümlesi var ki, daha Kurtuluş Savaşı’nın fikri bile tam olarak yok, Mondros imzalanmış sadece, “Batum’dan Reşit Paşa gemisine binerken, geminin şaftına burada bulduğum hafif Japon toplarını bıraktım. Parantez içine Mustafa Kemal’in ordusuna ilk hediyelerimdir” yazmış. Hatırlayın, 26 Ağustos gece sabaha karşı, topların çelik ağzı diye bir marşımız vardır. İşte o toplardır. Mustafa Kemal’e ilk hediyelerim dediği toplar. Ve yine Kâzım Karabekir deniz yolu ile -kara yolu yok çünkü- İstanbul Boğazı’ndan girdiği zaman, gördüğü manzara yabancı zırhlılardır. Mondros ateşkes, adı ateşkes olmasına rağmen, Osmanlı için, “Gel vatanımı zapt et” olmuş. Baştaki padişah aciz, iki eli bağlı durumda ve egemen olan yabancı güçler. Babamın çok büyük bir hatırasını da şöyle nakletmek istiyorum, belki de Kurtuluş Savaşında Kâzım Karabekir’in yeminidir o;

“Reşit Paşa gemisi ile Tarabya önlerine geldiğim zaman, bir Türk gemisinde, İngiliz zabitin Türk zabitine emir verdiğine şahit oldum. Türk’ün bayrağını indir, yerine İngiliz bayrağı çekeceksin! Hayatımda hiç bu kadar acı çekmemiştim. Fakat o an yükselen minareleri ile İstanbul şehri bana şu yemini ettirdi. Tek dağ başı mezar oluncaya kadar çarpışacağım! Bu yemini ettikten sonra yabancı zırhlılar gözümde bostan korkuluğu niteliğindeydi.”

Mustafa Kemal Paşamız da öyle, Haydarpaşa’ya çıkıp da onları görünce dediği, “Geldikleri gibi gidecekler…”

Kolay gitmediler. Çok ızdıraplar yaşandı. İşte Kâzım Karabekir ilk yeminini orada ediyor ve İstanbul’a geldiği zaman iki anısını şöyle dile getiriyor: ‘’Yıl 1918 Kasım ayı. Gelir gelmez Harbiye Nazırı Abdullah Paşa’ya çıktım. “Paşam, ben Doğu’da Ermeni mezalimini içeren vesikalar gönderdim, neden bastırmadınız? İleride Ermeniler bunun tersi ile Türkleri suçlayacaklar.”” 

Bugünü anlatıyor aslında. Biz 100 yıl geçmesine rağmen üstümüze düşeni yapamamışız. O sıralarda Abdullah Paşa, “Hiç bunlardan haberim yok Kâzım” diyor. “Sağda solda buldurttum” diyor bir risale olarak bastırdım. Yetmezdi, Fransızcaya çevrilmesi ve ecnebilerin de bunu bilmesi lazımdı. Ancak devletin bütçesinde yeteri kadar para yok. Karabekir bunları kendi imkânları ile bastırıyor. Bu kitapçıklarda Rus bir generalin, utanarak yazdığı Ermeni zulmü anlatılır.

Daha sonra Kâzım Karabekir, Mustafa Kemal Paşamızın evine gidiyor. Mustafa Kemal bir kulak ameliyatı geçirmiş, hasta yatmakta. Karabekir, “Paşam” diyor. “İstanbul’da kalmakla hiçbir şey elde edemeyiz. Kurtuluşun anahtarı Doğu’dadır. Doğuya gel, ben 15. Kolordunun başına Erzurum’a gidiyorum. Sizi bütün kolordumla destekleyeceğim”. Mustafa Kemal Paşamızın cevabı, “İyi olur olmaz size mülaki olacağım” oluyor.

İşte 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Samsun’a güneş gibi doğar ama, şurada gördüğümüz pasaportu unutmayalım.

Cumhuriyeti en güzel anlatan belgedir. Mustafa Kemal Paşamız, İstanbul’dan Samsun’a giderken, İngiliz’in verdiği pasaport ile gidebiliyor. Bu nasıl bir zulümdür. Cumhuriyetin her evladına bunu anlatmamız gerekir.

Efendim Atatürk Samsun’a çıktıktan sonra, Erzurum’da yaşanan çok acı bir 7-8 Temmuz gecesi var.
Mustafa Kemal Paşa askerlikten istifa ediyor. O günü sizden dinlemek isterim..

Timsal KARABEKİR: Şimdi burada benim bildiğim kadarıyla, Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin verdiği pasaport ile gidiyor. Padişahın da durumu farklı. Padişah aciz. Mustafa Kemal Paşayı yolcu ederken, son görüşmede “Bugüne kadar yaptığın kahramanlıklar, hizmetler şu kara kitaba geçti. Paşa vatanı kurtarabilirsin” bu padişahın kendi sözleri. Ama iki eli bağlı durumda bir adam, aciz. Ve İngiliz’in baskısı ile Mustafa Kemal Paşa’ya verilen emir şudur  “Anadolu’ya çık, Türklerin silahlarını topla ve isyanları bastır.” Mustafa Kemal her göreve razı, Anadolu’ya çıkar. Ama Samsun’a çıkar çıkmaz hiç de gidip Türklerin silahıyla, isyanıyla ilgilenmez. Amasya Genelgesi’ni dünyaya haykırır. “Vatan bir bütündür bölünmez, bir bütündür bölünemez.” Ama bu sözler İstanbul’da yankılandığı zaman, İngilizler sinirlenirler, padişaha baskı yaparak derhal Mustafa Kemal Paşa’nın tevkif edilmesini isterler. Mustafa Kemal Paşa tutuklanacağını duyunca istifa etmeye karar verir ve padişah, Mustafa Kemal Paşa’nın tutuklanma emrini, bütün yetkileri ile beraber Kâzım Karabekir’e verir. İstanbul, Karabekir’e derhal Mustafa Kemal ve Rauf Orbay’ın tutuklanması emrini verir. Kâzım Karabekir saraya ret cevabı yazar ve “Hayır! Ben Mustafa Kemali tutuklamam. O, bu vatan için çalışmakta.” Mustafa Kemal Paşamız 7-8 Temmuz gecesi istifa eder. Rauf Orbay ile otururken, artık sivildir. En güvendiği kurmayı Kâzım Dirik içeriye gelir, “Paşam, istifa ettin ben kimden emir alacağım” der.
O sırada yaveri Cevat Abbas heyecanla içeri girer “Paşam, Kâzım Karabekir bir bölük süvari ile gelmekte” der. Rauf Orbay anılarında, Mustafa Kemal bir an sarardı “Her şey buraya kadarmış Rauf, milli mücadele başlamadan bitecek”  demiştir. Çünkü Karabekir’in aldığı emri biliyor. Kapı açılır içeri Kâzım Karabekir girer, sivil olan Mustafa Kemal Paşamızın karşısında sert bir asker selamı çakar. “Paşam, dün olduğu gibi bugün de bütün kolordumla emrinizdeyim. Sizi koruması için bir bölük süvari getirdim.” İki dava arkadaşı gözleri yaşlı birbirlerine sarılırlar. İşte Türk’ün kurtuluş yıldızının parladığı an, o andır. İki kelimelik bir cümle, “Emrindeyim Paşam!”

Kazım Karabekir Paşa tüm bu süreçte Doğu’da. Ve Doğu’da iki temel tehlike var. Ermeniler ve Enver Paşa. Bu yüzden Kazım Karabekir Batı Cephesine gelemiyor.

Şöyle ki, Enver Paşa da çok yüce bir insan. Fakat öyle bir durumdayız ki, iki başlılık olması mümkün değil. Bu yüzden Enver Paşa’nın gelmesine çok sıcak bakmıyorlar.  Esas Ermeniler.  Önce şunu anlatmak isterim, bu her gencin kafasına yazdığı vasiyet olsun. Ben, Kars Gazi Muhtar Paşa konağında gezerken şöyle bir levhaya rastladım, can evimden vuruldum. Orada diyor ki, “Tarihini bilmeyenin coğrafyasını, başkaları çizer.” Eğer ben tarihimi yeteri kadar bilmezsem, benim coğrafyamı başkaları çizecektir. Karabekir bunu anılarında çok detaylı yazıyor. Yürekler dayanmaz. Diyor ki, “Erzurum’a o kadar yaklaştım ki, insanlar beni karşılıyor. Dişlerini görecek mesafedeyim. Gülüyorlardı. Biraz daha yaklaştığım zaman ortada bir gayri tabiilik hissettim. Hiçbiri kımıldamıyordu. Daha da yaklaştığım zaman dehşetle gördüm ki, her biri canlı canlı birer kazığa oturtulmuştu ızdıraptan kasılmıştı çehreler ve öyle can vermişlerdi. Allah benim gözümün gördüklerini, dünya üzerinde hiçbir göze göstermesin”
Şunu da söylemek isterim, tehcir mevzusunu bir katliam gibi göstererek, soysuz bir yalanla bize yapıştırmaya çalışıyorlar. Osmanlı neden tehcir yaptı? Hiç kimse ihanet lafını dile getirmiyor, bir kişi hariç. Kimdir o bir kişi, Ermenilerin ilk başbakanı, Ovannes Kaçaznuni. Kaçaznuni diyor ki, “Osmanlı tehcirde haklıydı, biz ihanet ettik.” Çok önemli bir cümledir bu. Bu soysuz yalana tek cevaptır bu.

Gümrü Antlaşması yeni kurulan Türkiye’nin ilk başarısıdır. Gümrü Antlaşması sırasında Kazım Karabekir Ermeni baş delegeye “Ufacık boyunla koca Osmanlıya nasıl isyan ettin” diyor. Ermeni baş delege “Aldatıldık paşam, emperyalistler bize vaatlerde bulundular. Geçmişteki iddialarımızdan vazgeçiyorum ve antlaşmayı imzalıyorum” diyor, (kalemleri gösteriyor) Gümrü, Kars ve Moskova Antlaşmaları ile Doğu sınırımızı çizen kalemler bunlardır…

Paşa’nın milletvekilliği ve Terakkiperver Parti genel başkanlığı dönemi var. Hatta parti kapatılıyor..

Timsal KARABEKİR :  Başta sorduğunuz soruyu cevaplandıramadım, İlahi Kadro kimlerdi?
Mustafa Kemal Paşamız ile ilk Anadolu’ya çıkanlar, Kazım Karabekir 15. Kolordu, Ali Fuat Cebesoy 20. Kolordu , Rauf Orbay ve Refet Bele.. İlk Anadolu’ya çıkan onlardır. Tabii bunların içinde İsmet Paşamız, Fevzi Çakmak Paşamız, Cafer Tayyar Paşa.. Hangi birini sıralayayım. Şurada dile getiremeyeceğim kadar yüce insanlar. O İlahi Kadro dediğimiz yüce insanlardan, Atatürk’e ilk destek olan kimleri görüyoruz?

Mesela  Dr. Adnan Adıvar, Halide Edip’in eşi. Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Rauf Orbay… Yine Atatürk’ün onayıyla, demokrasinin icabı olan çok partili yaşama geçmek için bir parti kuruyorlar. Ama altını çiziyorum, Atatürk’ün onayıyla! Fakat parti birazcık varlık gösterince haksız bir iddia ile, Şeyh Sait isyanı bahane edilerek parti kapatılıyor. Aynı şey Serbest Fırka içinde yaşandı. Partinin hızlı yükselişi bu kapatmaya sebep oldu. O dönem için kurulmuş ikinci bir partiye destek var. Ama bu destek sanırım istenmiyor. İstenmediği için de parti kapatılıyor. Parti kapanınca her şey bitiyor. Karabekir, İclal hanım ile evleniyor. Ve Ankara Etlik’te bir evleri var. Ama bu evde de büyük bir acı yaşanıyor. “İsmet seni çaya çağırıyor” diye bir davete icabet etmek üzere evden çıkan Karabekir, kendisini tutuklanmış olarak buluyor…

Efendim Kâzım Paşanın burada, yani Doğu Cephesinde iken bir başka yönü ortaya çıkıyor. Gürbüz Çocuklar ordumuz var mesela, paşa hazretleri tarafından kurulan. Paşamızın yazdığı şiirler, marşlar var. Bu Gürbüz Çocuklar ordusu şehit çocuklarından oluşuyor.

Timsal KARABEKİR: Bu 6.000 çocuk bu toprağın evlatları. Türk, Kürt… Türkiye’yi kurtarmak için savaşan şehitlerimizin evlatları. Bu çocukların 4.000 tanesi erkek, 2.000 tanesi kız çocukları. Çocuk kutsaldır diyor Karabekir. Ortada kalan Ermeni çocuklarını da Trabzon’da Amerikalıların açtığı bir yetimhaneye gönderdim, onlara da babalık ettim diyor Karabekir. İçeride bir resim göreceksiniz, Trabzon Ermeni yetimleri tarafından yapılmış, bir karakalem tablo. Altında yazıyor ki, “Yetimler babası Kazım Karabekir’e Trabzon Ermeni yetimleri tarafından.”

İşte o resim :

Kazım Paşa tutuklandıktan sonra İzmir Suikastı davası başlıyor. Burada yaşananları dinlemek isterim .

Timsal KARABEKİR : İsmet Paşa’nın çay davetine gitmek üzere evden çıkan Kazım Karabekir kendisini  İzmir İstiklal Mahkemesi, Elhamra sinemasının salonunda buluyor. Hiçbiri hukukçu olmayan Aliler Divanı paşaları idamla yargılamışlardır. Çok acı bir şiirinden iki satır okumak isterim bu olaya dair.

“Bir karyola ile bir demir sandalye
Bu ikrama pek şaşmıştım
Ankara polisinde yerde yatmıştım
Yakışmıyor Cumhuriyet Paşalarına”

Ben İzmir Suikastı davasını, suikast içinde bir suikast olarak görüyorum. Şöyle bir suikast düşünülmüş. Bir Ziya Hurşit var, Çopur Hilmi… Suikaste niyetlenmiş birileri var. Fakat bu paşaların suikast ile hiçbir alakaları yok. Alınları açık insanlar, zaten suikast düşünecek tıynette insanlar değiller. Ama bir şekilde susturulmak istenmişler.  Bu karanlık bir dönemdir.

Burada, yani davada bir subaylar olayı var.. Bunun gerçekliği nedir ?

Timsal KARABEKİR: Bu gerçektir. O dönem bütün asker bir manevra nedeni ile Çeşme’de. Zannediyorum Atatürk de Çeşme’de. İşte bu sırada Kazım Karabekir’in evlatları dimdik geliyorlar. Ve silahları da yanlarında. Mahkeme divanı oturun dediğinde hiçbiri oturmuyor. Kazım Karabekir dönüp oturun evlatlarım dediği zaman oturuyorlar. Hatta ortada bildiriler geziyor. Paşaların aleyhine bir karar alınırsa, önce burayı sonra Ankara’yı diye… Aliler zorlukla Çeşme’ye gidiyorlar. Atatürk’e durumu anlatınca, Atatürk, “Paşaları beraat ettirin,” diyor. Esasında ipin ucundan dönmüşler.

Atatürk sanki paşaların kendine suikast yapacağına inanmış gibi duruyor. İsmet Paşa ile yazışmalarından anlıyorum ben bunu..

Timsal KARABEKİR:  Şuna dikkat etmek lazım, Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal’in etrafındaki kadroya bir göz atın, Cumhuriyet sonrası Atatürk’ün etrafındaki kadroya göz atın. Kim bilir paşamıza neler söylendi, neler konuşuldu, ne iftiralar atıldı diğerlerinin hakkında. Ki Atatürk bu kanıya vardı. Bunlar etle tırnak gibi, bir vatanı kurtaran, sonra Cumhuriyeti kuran bir ilahi kadro. Sonra maalesef politika nedeniyle ayrı görüşlerdeler.
Bu davada babama üç soru soruluyor;
Niçin parti kurdun ?
Amacın neydi ?
Niçin başkan oldun ?
Kazım Karabekir’e sorulan üç soru budur.
Ama daha evvel de söyledim Mustafa Kemal Paşamızın desteği ile kuruluyor parti. Biraz varlık gösterince kapatılıyor. Hatırlayın Serbest Fırka denemesinde de aynı şey olmuştu.

Davadan sonra Kazım Paşa aktif siyaseti bırakıyor. Göz hapsi yılları başlıyor. Paşanın evi burası… Hatta bu evde çok acı hikayeler var, meşhur bir cam hikayeniz var..

Timsal KARABEKİR: Ev, Zürafalı Köşk diye bilinen, Münif Paşa’nın yaptırdığı çok güzel bir konak. Zaman içinde karargah olarak, hastane, okul olarak kullanılmış ve yıpranmış. Münif Paşa da bunu yıkıcıya vermiş. Babam da cebindeki para anca buna yetti demek ki, yıkıcıdan burayı almış. Hatta, “Alma paşam perilidir bu köşk” diyorlar.. Babam, ben danıştım diyor bütün periler zürafanın kafasına yuva yapmış, heykel de hafif sallanıyor o zaman, böylece zürafa heykeli kaldırılıyor ama yukarıda bir resmi var.
Yıkıcıdan aldığı için camları yok evin. O zaman da naylon olmadığı için, sanırım çadır bezleri ile kapatmışlar. İlk olarak bulunduğumuz odanın camlarını taktırabiliyor ve burada bir kış geçiriyorlar.

Bahsedilen oda.

Sonra yavaş yavaş evi tamamlıyorlar.
Burada çok acı, haksız bir dönem var. Eve kimse giremiyor korkudan. Çünkü girenler soruşturuluyor. Devamlı paşanın arkasında hafiyeler var. Hatta şöyle bir hatırası var, Cafer Tayyar Paşa’nın oğlunun sünnetine gidilecek, ablalarım da küçükler. Tramvaya biniyorlar caddeden, annem babam ve evlatları. Daha ben yokum o zamanlar. Arkada da hafiyeler var. Tramvay aktarma yapacak, Üsküdar’a buradan direk gitmediği için, babam ailesi ile beraber tramvaydan indiği zaman hafiyeler içinde kalıyor. Hemen gidiyor, vatmanın camını çalıyor, “Oğlum o çocuklar beni takip ediyorlar, insinler” diyor. Annem kızıyor, “Paşam madem atlatmışız, neden yaptın” diye. “Ekmek paralarından olmasınlar İclal” diyor babam. Annem biraz daha haksızlığa tahammül edemeyen bir insandı. Bazen alışverişten gelirlermiş, ellerinde paketler ile tren istasyonuna indikleri zaman arkalarında hafiyeler, annem bağırırmış, “Oğlum taşıyın bunları nasıl olsa eve kadar geleceksiniz” dermiş .

Atatürk daha sonra birer vesile ile, diğer paşalarla barışıyor. Babanız ile de bir dil kurultayında barışmak istiyor..

Timsal KARABEKİR: Dolmabahçe’de dil kurultayı oluyor. Atatürk, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ile daha önce barışmış. Ali Fuat Paşa ile çocukluk arkadaşı zaten. Hafta sonları Ali Fuat Paşa’nın babası, Fazıl Paşa’nın konağında tatillerini geçiriyorlar. Hatta Fazıl Paşa, Ali Fuat Paşa’ya yarım altın verdiği zaman, Mustafa Kemal’e tam altın veriyor. Onun babası yok diye. Atatürk, Ali Fuat Paşa’ya, “Çağırın Kâzım’ı, hem barışmak istiyorum hem de fikirlerinden istifade edelim” diyor. Babam tabii gidiyor. Ama sanırım o takip döneminden bir alışkanlık, saat sekizden sonra muhakkak evde oluyorlar. Karabekir gidiyor ama Atatürk ile görüşemiyorlar orada. Ya bir takım insanlar araya giriyor bilemiyorum. Karabekir de hanımına söz vermiş erkenden evde olacağım diye. Daha sonra Atatürk soruyor, “Nerede Kâzım” diye. “Geç oldu, gitti paşam” diyorlar.

Benim en çok yüreğimi burkan şudur ki, Atatürk komaya girmeden önce “Çağırın Kâzım’ı helalleşmek istiyorum” diyor. Ama haber vermiyorlar. Atatürk’ün vefatından sonra ablalarım çok sormuşlar, “Gider miydin babacığım” diye. Babam “Tabii giderdim, o Mustafa Kemal’dir. Gel dediği zaman gidilir” demiştir. Yani aradaki o siyasi dargınlıklar ne olursa olsun, bunlar yürekten bağlı iki komutan.

Babanız üzerinden bir tarih algısı yaratılmaya çalışılıyor. Sanki babanız ile Atatürk arasında bir çatışma varmış gibi bir algı..

Timsal KARABEKİR: Hata yapıyorlar! Mutlaka bir maksatları vardır. Bazı görüştüğüm kişilere bunu yapmayın diyorum. O insanlar arasında böyle bir çatışma olmadı. Olmadığı için İstiklal Harbimiz başarılı oldu. Eğer o zamanlar böyle bir çatışma olsa, biz bu başarıyı elde edemezdik. Etle tırnak gibi o kadro. Üzerine basa basa söylüyorum o ilahi kadro etle tırnak gibi ki, bizim bu rahatımız için can vermeye hazır olan bir kadroydu onlar. Bütün Türk milleti tabii ki. O kadro beyin takımı ama halk var. Kadını, erkeği.. Yani bir Şerife Bacı canı pahasına bu vatan diyor. Çocuğunun üzerindeki örtüyü alıp cephaneyi örtüyor. Bu edebiyat falan değil, yaşanmış bunlar. Bu vatan böyle kazanıldı. Dolayısıyla biz tarihimizi bilmezsek, başkaları coğrafyamızı aleyhimize çizmeye dünden hazır.

Son olarak babanız Atatürk’ün ölümünden sonra önce milletvekili oldu. Daha sonra Meclis başkanı. Hatta Meclis Başkanı iken vefat etti. İsmet Paşa’nın destekleri ile.

Timsal KARABEKİR: Evet İsmet Paşa bir ahde vefa olarak yapıyor. Zaten çok yakın arkadaşlar. Askeri okul yıllarından beri. Zaten babamız ölünce, İsmet Paşa bir amca yakınlığında oldu bize. Şunları da ilave etmek isterim. 1946 yılında Kazım Karabekir, Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanıdır. Ve 1946 yılında Ruslar, Türklerden, Kars ve Ardahan’ı isterler. Amerikan basınında da yer almıştır, radyo spikerinin sesi hala kulağımdadır. “Kâzım Karabekir meclis kürsüsünde kılıcını kınında oynattı. Boğazlar Türk’ün boğazı, Kars, Ardahan bel kemiğidir. Verecek bir karış toprağımız yok” dedi.  Hâlâ kulağımdadır…

26 Ocak 1948 de Meclis Başkanı iken vefat ettiği zaman, çok eski bir bayrağa sarılmış tabutu. Demişler ki yeni bir bayrak alamadınız mı ?

Ama şair diyor ki:

“Kars Kalesine çekilen şanlı bayrak
Ağlıyor tabutunun üstünde hıçkırarak
Bütün Türklük âlemi katılıyor bu yasa
Ayrılmayız izinden yer yerinden oynasa”

Son yolculuğunda o bayrak onu yalnız bırakmamıştı.

*İlk olarak http://www.medyasiyaset.com‘da yayınlanan bu röportaj, Sayın Ekin Topçuoğlu’nun müsaadesiyle sitemizde paylaşılmıştır.*

Yorum Ekle

Yorum yazmak için tıklayın