> İkinci Dünya Savaşı Uzun Okuma

İşgale İki Ay Kala: Fransız Subayın Kaleminden Fransız Ordusu

Ülkenin Alman işgaline uğramasına kısa zaman kala, pek çok Fransız subay ve asker ülkelerini bu talihsiz ve acı günlerden kurtarmak için çözüm yolları aramaktaydı. Uygulanabilir ve işe yarar çözümler bulmaları için de öncelikle problemi iyi tahlil etmeleri, sonrasında ise problemleri makul çözümlerle ortadan kaldırmaları gerekiyordu. 1940 Fransası’nda, başta askeri alan olmak üzere, savaşın sirayet ettiği her noktada ciddi problemlerle karşılaşmak pek tabiiydi. Fransa Muharebesi’nde iki ay önce Fransız bir subay tarafından kaleme alınan bu yazıda, Fransa’nın bu zamana kadar cephede ve cephe gerisinde karşılaştığı sorunlar ve bunları aşmak için neler yaptığı ve yapabileceğine dair bir kesit sunulmuştur. İlk olarak Birinci Dünya Savaşı’nda yapılan hataların üzerine gidilmiş, askerlere, hizmet süreleri boyunca nasıl muamele edilmesi gerektiğinden bahsedilmiş, her bir askerin psikolojisinin ordu için ne kadar hayati olduğu anlatılmış, Alman tarihinin en güçlü propaganda makinesiyle nasıl mücadele edilmesi gerektiği aktarılmış ve sadece dıştaki düşman ile değil aynı zamanda ülke içinde yükselen komünist tehdidin de bu süreçte yapacağı etki tartışılmıştır. Fransız bir subay tarafından kaleme alınan ve Mart 1940 tarihli The Public Opinion Quarterly Dergisi’nin 4. sayısının 66. ve 74. Sayfaları arasında yer verilen bu vesika, bütün bu nedenlerden ve Almanların Fransa’yı işgallerinden sadece iki ay önce kaleme alınmış olmasından dolayı dolayı büyük bir kıymete haiz olan tarihi bir vesikadır.

SAVAŞ DÖNEMİNDE FRANSA’NIN ULUSAL MANEVİYATINI ARTIRMAK ÜZERİNE

FRANSIZ BİR SUBAY – 1940

Savaşan tarafların maneviyatı artırma hedefleri genel anlamda birbirine paralel olsa da, bu hususta yürütülen stratejiler ve detaylar, sürekli değişen şartlarda, farklılık göstermektedir. Fransız bir subay tarafından kasım ayının sonlarına doğru kaleme alınan bu makalede, Fransa’da bugün için (1940 yılından bahsediliyor [ç.n.]) geçerli olan sansür, propaganda ve karşı propaganda teknikleri ele alınacaktır.

3 Eylül 1939 tarihinde Fransa, Almanya’ya savaş ilan etti ve hemen akabinde iki gün boyunca genel seferberlik çalışmaları başladı. Yaklaşık beş milyon eş, baba ve evlat ailelerinden koparılıp cephelere gönderildi. Aslına bakılırsa önceki aylarda, yani Münih Antlaşması’ndan bu yana Fransız halkı kendini denizde, havada ve karada yaşanacak olan korkunç bir savaş fikrine kendisini hazırlamıştı. Hemen herkes geçmişte tecrübe edilen ve yarım kalan mücadelenin bu kez çok daha ağır şartlarda ve daha ölümcül şekilde devam edeceğini düşünüyordu. Bu sebeple en kötüsüne hazırlanıldı. O sıralar siperlerde yaşanacak zorlukları ne hükumet ne de Yüksek Komutanlık gözünde büyütüyordu. Her türlü fedakârlığı yapmaya hazır olan birlikler, Batı Cephesi’nin ilk üç ayında yaşanan verimsizlik ve durgunluğu son derece normal karşıladılar. Buna ilaveten İtalyan sınırına gönderilen ve Alman-İtalyan ittifakının yapacağı ilk büyük taarruza hazırlanan birlikler ise kendilerini sıcak güneşin tadını çıkarırken buldular. İtalyan sınırında olmayan birlikler onlar kadar da talihli değildi, ancak her gün siper kazmalarına ve burunlarını çamurdan çıkarmamalarına rağmen seferberlik kapsamında orduya alınan beş milyon askerin pek azı sıcak çatışmaya dahil oluyordu. Bu makale kaleme alınırken, ordunun büyük kısmı ülkenin tüm stratejik noktalarında güven içerisinde konuşlandırılmış vaziyette kendilerine ihtiyaç olabilecek bölgelere nakledilmeyi bekliyor, fakat hiçbir şey yapmıyorlar.

Komutanlar, bozgunun yanı sıra, askerlerin moraline en büyük tehlikeyi teşkil edenin başıboşluk olduğunu bilirler. Özellikle profesyonel olmayan ve mevcut şartlardan dolayı zorunlu olarak orduya alınan askerler söz konusu olduğunda askerlerin kafası karışık olmamalıdır. Örneğin, Sayın Jean Durand’ı ele alalım. Orta sınıfa mensup, orta yaşlı ve üç çocuk babası olan Durand, er olarak silah altına alındı ve kendisine günlük 1.5 Amerikan Cent’i ödeme yapılıyor. Bu kişi bir savaş kahramanı değil ancak ülkesinin savunulması konusunda payına düşen görevi yapmak için istekli. Tehlikeyle, ya da en azından aksiyonla karşılaşmayı bekliyor ve belli bir ölçüye kadar bunu yaşamak için de istekli. Hal böyle iken, Bay Durant’ın başı boş bırakıldığını, kendisine hiçbir görev verilmediğini, ülkesi her geçen gün daha kötü zamanlardan geçerken siperlerde amaçsızca beklediğini düşünelim. Bu kişi er ya da geç kendisinden istenen fedakârlığın kutsallığına ilişkin inancını kaybetmeyecek mi? Siperlerde hiçbir şey yapmadan yaşadığı zorluk ve sıkıntıları öylece kabul mü edecek? Kısacası o ve onun gibi düşünen diğer arkadaşları en sonunda savaştan nefret edip karşı propagandaya mağlup düşmeyecek mi?

“SÖZDE” SAVAŞIN TEHLİKELERİ

Son savaşta, yani nispeten “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” iken uzun soluklu bekleyişler ve uyuşukluk süreçleri söz konusu oluyordu. Düşman kuvvetleri Fransız topraklarından devasa parçalar işgal etmişti, oldukça geniş bir cephede günlük çarpışmalar yaşanıyordu ve en sersem Fransız askeri bile savaşın zaferle nihayetlendirilmesi gerektiğinin farkındaydı. Hiç kimse, özellikle de askerler, savaşın yeterince şiddetli olmadığından şikâyet etmemeli ve şimdiye kadar pek az kan döküldü. Fakat böylesi bir “sözde savaş”ın, daha doğrusu buradaki ifade ile komik savaşın doğurduğu bazı tehlikeler mevcuttur. Fransız askerlerin mevcut haleti ruhiyeleri nispeten neşeli ve normal olsa da, Yüksek Komuta kademesi, büsbütün başıboşluk vasıtasıyla ordunun içerisinde moral düşüklüğünün vuku bulmasına izin vermeyi göze alamaz.

Bunun yanında eğer hükumet bu durum karşısında soğukkanlı bir tavır takınsa ve araya mesafe koysaydı, diğer ve daha dinamik etmenler bu problemin bir an önce çözülmesi gerektiğine işaret ederdi.

Savaşın ilk günlerinde Alman topraklarında bin bir güçlükle ilerleyen Fransız askerler duvarlarda ve caddelerde gördükleri büyük posterler karşısında büyük bir şaşkınlık yaşadı, zira posterlerde büyük harflerle, “DOST OLALIM”, “SİZİNLE SAVAŞMAK İSTEMİYORUZ”, “SİZE ZARAR VERMEK İSTEMİYORUZ. BİZ İNGİLİZLERİN PEŞİNDEYİZ” gibi başlıklar mevcuttu. Cephenin bir ucundan ötekine seyreden ve üzerilerine hoparlörler yerleştirilmiş kamyonlarda benzer sloganları duyurmayı sürdürüyordu. Hatta birkaç Alman uçağı Hitler ve Ribbentrop’un barış içerikli konuşmalarını içeren el ilanları attılar. Alman radyolarından düzenli olarak Fransızca yayınlar yapılıyor; özellikle siperlerde olan Fransızlar ve cephe gerisindeki halk için bu savaşın İngiliz-Alman savaşı olduğu ve Fransızların İngilizler adına savaşıp öldüğü propagandası yapılıyordu: “Silah altına alınan Fransız askerleri, sizler kanınızı ve canınızı verirken İngilizler sadece paraları ile savaşıyor. İngilizlerin elinde oyuncak durumuna düştüğünüzü görmüyor musunuz? Bizleri yok etmek istedikleri için onlardan nefret ediyoruz ancak sizlerle bir sorunumuz yok ve dost olmak istiyoruz. Eğer onlarla yolunuzu ayırırsanız bu manasız savaşa son veririz.”

Ülke içerisindeki bütünlüğü bozmaya yönelik daha üstü kapalı çabalar ise komünist hücreler vasıtasıyla vuku buluyordu. Savaş patlak verdiğinde Fransız parlamentosundaki 612 mebustan 72’si Komünist Parti mensubuydu ve kasabalardaki yerel konseylerde de yüzlerce komünist bulunmaktaydı. Komünistler haftalık ve günlük dergi basımında çok aktifti ve Fransız İşçi Federasyonu’nun liderliğini yürüten Sosyalist Parti’nin de ortağı konumundaydı. Moskova’nın emri üzerine ülkedeki tüm parti organizasyonları devasa bir propaganda makinesine dönüştü. Bu makinenin hedefindeki kitle, silah altına alınan ve alınmayan işçiler ve onlar aracılığıyla da Fransız kamuoyuydu. “SSCB,” deniyordu, “daima barışçıl bir yol izlemiştir ve Sovyet-Alman Paktı bunun en çarpıcı örneğidir. Stalin, Hitler’in daha doğuya ilerlemesini durdurmuştur ve madem ki Polonya tarihe karışmıştır, o halde bu çatışmayı daha fazla devam ettirmenin anlamı yoktur. Savaş artık emperyalist bir hareket haline gelmiştir ve işçi sınıfının bu savaşta yeri yoktur. Mücadele derhal durdurulmalıdır.”

Sivil vatandaşların sınıra yakın yerleşim yerlerinden mecburi tahliyesi, siperler ile geri hatlar arasında posta ve haberlerin ulaştırılmasının gecikmesi, siperlerdeki askerler ile fabrikalardaki askerlerin şartları arasındaki farklar ve bunlardan doğan uygunsuz ve kimi zaman acınacak durum: Tüm bu potansiyel rahatsızlık ve şikâyet kaynakları, Fransa’nın bir an önce teslim olmasını ve Hitler’in şartlarını kabul etmesini isteyen ülke içerisindeki ve dışındaki propaganda kanalları için bulunmaz nimetlerdi.

Dolayısıyla, Fransız hükümetine eyleme geçmesi için doğrudan meydan okunmuştu. Bu durum karşısında üç tür önlem alınmıştır. İlk olarak, propagandanın kökünün mümkün olan her fırsatta kurutulması için çabalara girişilmiştir. İkinci olarak, durdurulması mümkün olmayan propagandaya karşı, karşı-propagandayla yanıt verilmektedir ve son olarak, propaganda mikrobunun ancak zayıf ve sakat bir bedende tutunabileceği düşüncesinden hareketle, hükumet, askerlerin kendilerine ulaşmayı başaran herhangi bir mikrop karşısında dayanmalarını sağlayacak sağlam bir kondisyona ulaşmaları için çaba göstermektedir.

PROPAGANDANIN KÖKÜNÜ KURUTMAK

Maneviyat kırıcı karşı propagandayı engellemenin belki de en mükemmel ve en eski tekniği posta ve gazetelere -bugün buna radyoyu da dahil edebiliriz- sansür uygulamaktır. Savaştaki bir ülkede sansür uygulanmasındaki amaçların ilk ve önde geleni, diplomatik düşmana faydası olabilecek ya da diplomatik hamlelere olumsuz etkisi bulunabilecek bilgilerin açığa çıkmasına mani olmaktır. Halkın moralini kötü yönde etkileyecek yazıların dağıtılmasını engellemek için de sansür önemli bir araçtır. Fransız askerleri, kendilerine posta yoluyla ulaştırılan ya da konuşlandırılmış oldukları köy ve kasabalarda satılan bütün gazetelere ulaşabilmektedir. Ancak bu gazeteler, gerçeklerin istemli ya da istemsiz olarak çarpıtılması sonucu panik yaratabilecek nitelikte olan yazıları, askeri operasyonların doğrulukları hakkında tartışmalara yol açacak makaleleri, belirli bir dine ya da ırka ya da Fransa’nın müttefiklerine saldırmak suretiyle iç ihtilaflara yol açacak içerikleri kapsamamaktadır.

Elbette, büyük ölçüde yersiz ve kimi zaman da kötü niyetli sansür uygulamaları da söz konusudur. Ancak savaşın ilk iki-üç haftasından sonra bu tür sansür uygulamalarının sayısı ziyadesiyle azalmıştır. Hükumet daha önce yapılan hataları tekrar etmekten titizlikte imtina etmiştir. Örneğin, Büyük Savaş’ta kötü haberler saklanamayacak seviyeye gelene kadar halktan gizleniyor ve nihayet açıklanmak zorunda kalındığında halk üzerinde çok yıkıcı bir etkiye sahip oluyordu. Bugün hem İngiliz hem de Fransız Yüksek Komutanlıkları kayıpları tüm gerçekliğiyle yayınlamaktadır, çünkü halkın güvenini tam olarak kazanmanın yolu gerçekleri gizlemekten değil her şeyi apaçık açıklamaktan geçmektedir. Bu çerçevede halkın moralini iyi yönde etkileyebilecek güzel haberler (Örneğin, Curtiss model avcı uçaklarıyla sayıca üstün Alman hava unsurlarını alt eden ve böylelikle Almanların hava üstünlüğü efsanesine son veren Fransız pilotların haberleri) de abartılmadı. Bunlar elbette sıradan haberlermiş gibi verilmedi ancak olağanın dışında eklemelerden kaçınıldı. Çünkü birinci savaşın anıları hâlâ Fransız halkının zihnindedir. Halkın garantisi olmayan umutlara kapılmaması adına, olumlu uluslararası gelişmeler de olduğu şekliyle aktarıldı. Bu İtalya’nın tarafsızlığı ve ABD Kongresi’nin silah ve mühimmat ambargosunun ilga etmesi hadiselerinde özellikle malum olmuştur. (Kongre’deki tartışmalar Fransa tarafından yakından takip ediliyor, fakat beklenilebileceği gibi her zaman tam olarak anlaşılamayabiliyordu; radyodaki ambargoların kaldırıldığı haberini yanlış anlayan köylü bir askerin arkadaşlarına, “Yaşasın! Sonunda ambargo bizim tarafımızda” dediği söylenir.)

Posta hizmetine, radyoya ve basına uygulanan sansürler Komünist propagandayı oldukça etkisiz hale getirmişti ancak hâla merdiven altındaki baskı makinelerinden fabrika işçileri ve askerler arasında elden ele gezen bozguncu el ilanları çıkıyordu. Bu yasa dışı faaliyetler Komünist Parti’nin lağvedilmesine ve iç ve dış meselelerde Sovyetlerin izinden gidilmesini savunan parti liderlerinin hapse atılmasına neden oldu. SSCB’nin tavrı o vakte kadar parti içinde de hızla yükselen bir huzursuzluğa ve parti üyeliğinde hızlı bir düşüşe neden olmuştu ki, böylelikle partinin daha radikal liderlerinin tutuklanması, eski üyelerinin nezdinde pek bir tepki uyandırmadı.

KARŞI PROPAGANDAYA KARŞI MİLLİ PROPAGANDA YÜRÜTMEK

Ülke çapında önemli adımların atılması elzemdi ancak Fransa hükumeti Alman propagandasını dinleyen halkı ölümle ya da caydırıcı cezalarla tehdit etmeye hazır olmadığı için farklı yollara başvurmak zorunluluğunu duydu. Yukarıda belirtildiği gibi Fransızca yapılan Alman yayınlarının temeli asıl savaşın Almanya ve İngiltere arasında olduğu, Almanların Fransızlara zarar verme niyeti bulunmadığı, iki halkın dost olması arasında yalnızca İngiltere engeli bulunduğu ve Fransızlar canlarını verirken İngilizlerin adalarında rahatça oturup sadece kredi açıp makine gücünü kullanarak kâr ettikleri üzerineydi.

Bu propaganda gerçeklerden alabildiğine uzaktı ve görünüşte başarısız olmaya mahkumdu ancak Fransız Hükümeti bunun gene de göz ardı edilemeyeceğinin bilincindeydi. Propaganda uzmanı Dr. Goebbels’in iyi bilinen tekniği, bir yalanın yeterli sayıda tekrarlanarak ona gerçek niteliği kazandırılması üzerineydi. Alman istasyonlarından telaffuz edilen üstü kapalı ifadeler, son derece duru bir Fransızcayla, ikna edici ve nazik bir tonda, radyo propagandasının tüm imkânları kullanılarak aktarılıyordu.

Fransız hükumetinin bu konuda attığı ilk adım Alman radyo istasyonlarının yayın yaptığı dalga boyunda yayınlar yaparak Alman yayınlarının Fransız dinleyiciler için anlaşılmaz hale gelmesini sağlamak oldu. İkinci adım, Alman yayınlarına iştirak eden Fransız “vatan hainleri” hakkında olumsuz bilgiler yayarak onları halkın gözünde küçük düşürmek oldu. Ne var ki hiçbir yöntem gerçeklerin, yalanı ortaya çıkarması kadar etkili olamazdı.

Gerçekler gün gibi ortadaydı. Fransız askerler her gün iyi donanımlı İngiliz askerlerinin peşi sıra onların ardından geldiğini görebiliyordu. Elbette şu da bilinen bir gerçektir ki, Fransa topraklarındaki İngiliz askerlerin şu anki ya da gelecekteki mevcutları Fransızlardan asla daha fazla değildir ve olamayacaktır. Fransa’daki 25-40 yaş arası tüm Fransızlar orduya alınırken, profesyonel ordu harici silah altına alınan İngilizlerin yaş aralığı şu ana kadar 20-22 arasındadır. Fakat Fransızlar bunun geçici bir durum olduğunu bilmektedir. Bunun yanı sıra, İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’nden yüzlerce uçağı Fransız hatlarını koruduğunu görmekte ve İngiliz donanmasının denizde yaşadığı kayıpların Fransız ve İngilizlerin karada ve havada yaşadıkları toplam kayıplara neredeyse denk olduğu gazetelerde okumaktadırlar. Artık geriye yapacak tek bir şey kalmıştır: Bu gerçekleri tüm Fransız halkına olabildiğince hızla sunmak. Hükumet görevlilerinin yaptığı açıklamalar, İngilizlerin ortak hedefe yönelik yaptığı katkıların vurgulandığı haber fimleri bu etkiyi sağlamada oldukça faydalı oldu. Çok yakın bir zaman önce Fransız-İngiliz ortak yapımı olan ve Maurice Chevalier ve Noel Coward’ın yer aldığı “cephede bir yerde” isimli radyo oyunu Fransa’nın hemen her yerinde yayımlandı. Bu yayın esnasında Fransız ve İngiliz askerlerin kol kola oturduklarını neredeyse gözünüzün önüne getirebilir ve Fransız kahkahalarını İngilizlerinkinden kolaylıkla ayırt edebilirdiniz. Fransa’nın her köşesinden milyonlarca dinleyici için bu, gerçekten Alman propagandasını etkisiz hale getirmekte muazzam bir panzehir oldu. Böylelikle İngilizlerin gösterdiği çabanın Fransızlarınkine denk olmadığı savı ise gene gerçekler tarafından çürütüldü. Ancak hükumet gene bu gerçeklerin halk tarafından bilinmesi, takdir edilmesi ve tüm bunların ne anlama geldiğinin anlaşılması ihtiyacı karşısında gözünü açık tutmaktadır.

Almanya’nın “Bu Savaş Fransa’nın Savaşı Değil” söylemine karşı ise radyolardan Fransa’nın savaşa katılmasının nedenleri vurgulayan çeşitli yayınlar yapıldı. Askerler arasında yapılan gayrı resmi nabız yoklamaları ise hep Bay Chamberlain’in “il faut en finie” (buna bir son verilmeli) ifadelerini destekler niteliktedir. Dolayısıyla şu anda pek az karşı propaganda yapılmaktadır. Radyolar sadece Herr Hitler’in itimat edilmez vaatlerine vurgu yapmak suretiyle pek az karşı propaganda yapmaktadır. “Hitler’in bizler için söylediği hoş sözler geride bıraktığımız yıllarda Avusturya, Çekoslovakya ve Polonya için de söylendi. O halde kararı sizler verin,” – karşı propagandanın teması budur.

BAŞIBOŞLUK VE CAN SIKINTISI İLE MÜCADELE ETME

Ancak asıl mesele askerleri fiziken ve zihnen sağlam tutarak başıboşluk ve can sıkıntısıyla mücadele etmektir. Aksi taktirde, bu başıboşluk ve can sıkıntısı, şu anda çok az etkili olan karşı propagandanın, etkisini artırmak için kendine mükemmel bir zemin bulmasına yol açabilir. Bu amaçla, münferit halde çok büyük önem arz etmeyen ve mütevazı görünen, ancak toplu halde aynı amaca hizmet eden ve ortak bir fikirden vuku bulan tedbirler alındı.

Savaşın ilk haftalarında seferberliğin yarattığı karmaşa o kadar büyüktü ki, askerlerin ailelerine gönderdiği ya da ailelerin onlara gönderdiği mektuplar gideceği yere üç haftadan önce ulaşamıyordu. Cephe hattı ile cephe gerisi arasındaki tek iletişim yolunun mektuplaşmak olduğu düşünülürse, bunun askerler üzerinde ne kadar büyük bir etkisi olduğu tahmin edilebilir. Bu sebeple Fransız Başbakanlığı tarafından etkili bir teftiş gerçekleştirildi. Yapılan düzenlemelerin ardından mektuplar artık hiçbir ücrete tabi olmadan ve çok hızlı bir şekilde gönderilebilmektedir.

Son savaşta siperde bir yıl geçirmeyen askerlere ev izni verilmiyordu. Bu kez bu uygulama değiştirildi ve her dört ayda bir en az 8-10 gün olmak şartıyla askerlere izin verilmesine karar verildi. Ayrıca görev durumu elverdiği sürece ilave izinlerin de verilmesine karar kılındı. Ayrıca çiftçiler için özel olarak 30 günlük izin hakkı kararı çıkarıldı.

Sıcak çatışmada olan askerler her ne kadar günlük ilave ücretler alsa da, genel olarak askerlerin aldıkları para hâlâ çok düşük. Ancak, asker aileleri arasında geçimini sağlamak için o askerin barış zamanı elde ettiği gelire ihtiyaç duyanlara şu anda devlet tarafından ödenek sağlanıyor ve böylece askerlerin geride bıraktıkları aileleri için bir nebze de olsa endişelenmemeleri sağlanmaya çalışılıyor. Ordu, ayrıca askerlere uyku tulumları, kıyafetler, gıda, tütün ve bir takım özel teçhizatlar sağlıyor ve durum elverdiğince askerler rahat ettirilmeye çalışılıyor.

Tiyatro ve sinema teşvik ediliyor, sinema ve tiyatronun ünlü simaları ülke kırsalındaki hanlarda ve büyük ahırlarda askerlerin maneviyatını artırmak için gösteriler sergiliyor. Buna ilaveten, her birliğin bulunduğu bölgeye “asker lokalleri” açıldı. Askerler buralara gidip boş zamanlarını değerlendirerek müzik dinleyebiliyor ve kitap okuyabiliyorlar. Askeri talimler ve açık hava sporları gündüz vakitleri askerleri meşgul ediyor.

Son olarak, subay ve astsubaylara askeri görevlerin yerine getirilmesi konusunda hiçbir gevşekliğe müsaade etmemeleri, disiplini sağlamaları ancak bunu yaparken askerlerin sağlığı ve iyiliği akıldan çıkarılmadan samimi ve esprili bir tutum sergilemeleri konusunda kesin emirler gönderildi. Yüksek Komuta ise çok acil ve çok ciddi değilse askerlerin ağır cezalara çarptırılmamalarını emretti.

Bir kısmı son savaşta alınan tedbirlerden bir hayli farklılık arz eden bu uygulamalar, Fransız askerinin maneviyatını en üst noktada tutmak için kullanılan yöntemlerdir. Bu tedbirlerin şimdiye kadar etkilerini kanıtlamaları, savaşın karakteri değiştikçe geliştirilmeyecek, değiştirilmeyecek ve ilerletilmeyecekleri anlamına gelmemektedir.

Yorum Ekle

Yorum yazmak için tıklayın