> İkinci Dünya Savaşı Uzun Okuma

Uçak Gemilerinin Pasifik Düellosu: Midway Muharebesi

1942 Mayıs’ında Pasifik savaşı bağlamında son bir muharebe, uçak gemileri arasında bir muharebe anlamına geliyordu. Daha önce hiç böyle bir savaş olmamıştı; ancak Japon donanmasının Pearl Harbor’daki zaferi, eğer Birleşik Devletler Pasifik’in kontrolünü hepten Japonlara terk etmek niyetinde değilse böyle bir savaşı kaçınılmaz hale getirmişti. Ana muharebe gemilerinin imha edilmesinden ötürü Amerikan Pasifik Filosu’nda büyük gemi olarak sadece uçak gemileri kalmıştı. Japonların on bir ana muharebe gemisi, on uçak gemisi ve otuz sekiz kruvazörüne karşı, nerede ortaya çıkarlarsa çıksınlar, bu uçak gemilerini kullanmanın bir yolunu bulmalıydılar. Japonlar ne kadar çok ana muharebe gemisiyle gelirse gelsin, iyi idare edilen bir uçak gemisi grubuna meydan okuyamazdı. Bu sebeple “denize egemen” olmanın yolu, iki donanmanın da uzun süre önce fark ettiği üzere havaya egemen olmaktan geçiyordu. Yerküre üzerindeki en geniş yüzey olan Pasifik’in derinliklerinde bir yerde Japon ve Amerikan uçak gemisi filoları karşılaşmalı ve kozlarını paylaşmalıydı. Eğer olasılıkların işaret ettiği gibi bu çarpışmadan Japonlar galip çıkarsa Asya’daki Yeni Düzenleri gelecek yıllar boyu güvende olacaktı.

Japon uçak gemisi filosu, Amerikan filosuna ona üç oranında üstündü; eğer hafif uçak gemileri sayılmazsa donanması yine altıya üç üstünlüğe sahipti. Bunun ötesinde Japon uçak gemileri –ve daha da önemlisi– hava grupları birinci sınıf kalitedeydi. 1941 Aralık ayından önce Amerikalılar, Japon uçak gemisi gücünü kendilerininkinin daha kalitesiz bir taklidi olarak hafife alıyordu. Pearl Harbor, Japon amirallerinin gemilerini muhteşem bir beceriyle idare ettiklerini ve Japon donanma pilotlarının gelişmiş uçaklarla, ölümcül kargolarını keskin bir yetenekle ilettiklerini göstermişti. Zero kendisini, tüm donanmalar içindeki en iyi avcı uçağı olarak kanıtlamıştı; Kate ve Val torpido ve pike bombardıman uçakları, Amerikan muadillerinden daha yavaş olsalar da uzun menzillerde ağır yükler taşıyorlardı.

Bir sanatçı tarafından resmedilen Japon İmparatorluk Donanması.

Japon İmparatorluk Donanması, uçak gemisi filosunu deniz kuvvetlerinin ana muharebe gemilerinden sonra ikinci en iyi unsuru olarak görmüyordu. Aksine, uçak gemisi filosu Japon silahlı kuvvetlerinin elit unsuruydu. Bunun için Amerikalılar –ve Britanyalılar– kendilerinden başkasını suçlayamazdı. 1921’deki Washington Donanma Konferansı’nda Japonları, sahip olabilecekleri büyük gemilerin sayısı hakkında ciddi bir sınırlamayı kabul etmeye zorlamışlardı. Belirlenen oran beş Britanya veya Amerikan gemisine karşı üç Japon gemisiydi. Amaç, o günlerde hangisinin Atlantik’te üstünlüğün keyfini çıkaracağı hakkında adı konulmamış bir mücadeleye girmiş olan iki Batı donanması için ikincil bir savaş alanı olan Pasifik’teki Japon İmparatorluk Donanması ana muharebe gemilerinin sayısına bir sınır koymaktı. Uçak gemileri de sınırlamaya dahildi ancak bunların dahil edilmesinin amacı, herhangi bir gücün gemileri, uçak gemisi perdesi altında suya indirip buna müteakip bunları ana muharebe gemilerine çevirebilecek olmasıydı. Japonya tam ters yönde ilerledi. Uçak gemisinin, geleceğin baskın donanma silahı olacağına ikna olmuş bir şekilde, 1921 anlaşmasının izin verdiği üzere bir grup ana muharebe gemisini ve muharebe kruvazörünü uçak gemisine dönüştürmekle kalmadı (Britanya ve Amerika da, aksi halde hurdaya ayrılmaları gerekecek denize yatkın gövdeleri koruyabilmek için aynını yapıyordu), ileriki bir tarihte uçak gemilerine dönüştürmek üzere, Washington Anlaşması’nın farkına varmadığı bir kategori olan deniz uçağı gemilerinden birkaç tanesini denize indirdi.

Japon İmparatorluk Donanması’nın sancak gemisi Akagi.

Var olan gemileri dönüştürerek ve yenilerini inşa ederek 1941’de, 500 uçaklık en büyük donanma hava kuvvetini oluşturmakla kalmayıp, aynı zamanda –Alman Panzer tümenlerine benzer şekilde– tek bir saldırı gücü şeklinde –Birinci Hava Filosu– gruplandırılan dünyanın en büyük uçak gemisi filosunu yaratmışlardı. Dört hafif uçak gemisi, ikincil görevler için ayrılabilirdi. Altı büyük uçak gemisi –Akagi (Kızıl Kale), Kaga (Artan Mutluluk), Hiryu (Uçan Ejder), Soryu (Yeşil Ejder), Shokaku (Süzülen Turna) ve Zuikaku (Mutlu Turna)– stratejik taarruzlar için bir arada tutuluyordu. Bunlar Pearl Harbor’u enkaza çeviren grubu oluşturuyorlardı. 1942 Mayıs’ında Amerikan uçak gemisi grubunun karşısına çıkıp Japonya’nın Pasifik’teki zaferini tamamlamaya hazırdılar.

Amerikalılar da aynı Japonlar gibi, uçak gemilerini, sayıca az olsalar da, donanmanın en iyi ikinci unsuru olarak görmüyorlardı. 1927 yılında savaş kruvazörü gövdeleri üzerine inşa edilmiş olan Exinexington ve Saratoga, zamanında dünyanın en büyük savaş gemileriydi ve 1942’de hâlâ zorlu gemilerdi. Ancak Enterprise daha sonra, amaca uygun olarak inşa edilmişti; Atlantik Filosu’ndan ona Pasifik’te katılacak olan Yorktown ve Hornet, Enterprise’ın kardeş gemileriydi. Taşıdıkları uçaklar Japonlarınkine denk değildi. Amerikalılar 1942’de, özellikle gemiden kalkan iyi bir avcı uçağına sahip değillerdi. Ancak hava mürettebatları, Birinci Hava Filosu’nun elitleriyle kıyaslandıklarında bile harikaydı. Amerika nihayetinde uçağın doğduğu yerdi, gençliği en başından beri uçmaya sevdalıydı ve ABD Donanması’nın uçak gemisi pilotları ülkenin en iyi pilotlarıydı.

Uçak gemisi havacılığı, sadece en iyilerin yapabileceği işti. Havalanma ve “iniş” tekniği son derece zordu: Kalkış esnasında mancınık kullanmayan uçak, geminin pruvasından aşağı süzülür ve sık sık denize çakılırdı; iniş sırasında pilotların uçağın altından sarkan bir kancayla güverteye gerilmiş fren telini yakalamaları ve bunu da son sürat giderken yapmaları gerekiyordu çünkü kanca teli ıskalarsa güverte bitmeden başka türlü duramayacakları için uçağı tekrar kaldırmak zorundaydılar. Bunun alternatifi iniş güvertesine çakılmak ya da bu sırada uçaktan atlamaya çalışırken ölmekti. Gemiden uzağa uçmak da kalkış ve iniş kadar tehlikeliydi. 1942’de uçaklarda radar yoktu. “Çok koltuklu” torpido ve pike bombardıman uçağının nişancısı gidilen yönü ve uçulan mesafeyi aşağı yukarı aklında tutabilir ve ana gemiyi –açık havada ve yüksek irtifada– gözleriyle bulabilmek için pilotu yönlendirebilirdi. Uçağında yalnız olan bir avcı pilotu, ana gemiyi gözden kaybederse sonsuzlukta kaybolurdu ve eve sadece tahmin yoluyla ve şansı yaver giderse dönebilirdi. Pasifik’teki en uzak görüş mesafesi, bulutsuz bir günde 10.000 fit irtifada yüz mil kadardı; ancak saldırı görevlerinde uçaklar uçak gemilerinden havalanıp 200 mil öteye uçuyorlardı; uçakların uçuş menzili bu kadardı, hatta bazı uçaklarınki bu kadar bile değildi. Eğer uçak gemisi yön değiştirir veya pilot, bir hedefin cazibesine kapılıp dönüş mesafesinin ötesine giderse, gemiye geri dönerken yakıtını tüketerek denize zorunlu iniş yapar, mürettebat da küçük şişme botları içinde 65 milyon kilometrekarelik bir okyanusta kaderiyle baş başa kalırdı. Sadece en cesurlar uçak gemilerinde hava mürettebatı olabilirlerdi.

Japon uçak gemileri, hava gruplarının cesaretine tecrübe eklemişti. 1942 Mayıs’ında sadece Pearl Harbor’u yerle bir etmemiş, Kuzey Avustralya’da Darwin’i bombalamış ve Doğu Hint Adaları’ndaki kıyı hedeflerine harekât düzenlemişlerdi. Nisan ayında Seylan’daki Britanya Doğu Filosu’nu bulmak için Hint Okyanusu’nu aşmışlar, Colombo ve Trincomalee’deki donanma üslerini vurmuşlar ve eski ana muharebe gemilerini Doğu Afrika’nın limanlarının güvenli sularına kovalamışlardı. Buna karşın Amerikalı uçak gemisi mürettebatlarının savaş tecrübesi yoktu. Wake Adası’nı kurtarmaya çalışmış ama başarısız olmuşlardı. Marshall Adaları’na (Kwajalein), Gilbertlar’a, Solomonlar’a ve Yeni Gine’ye akınlar yapmışlardı. Hava mürettebatının bir kısmı Japon avcı uçakları veya uçaksavar ateşiyle karşılaşmıştı; bir mayın tarayıcı batırmak haricinde amaçlarına ulaşamamışlardı; esas amaçları bir düşman savaş filosunu bombalamak veya torpillemekti.

Doolittle Akını

Mayıs ayında ellerine aniden bir değil iki fırsat geçti. Bu sonucu tetikleyen şartlar son derece olağandışıydı. Mart ayında Başkan Roosevelt ile Amerikan kuvvet komutanlıklarının kurmay başkanları Pearl Harbor’da olanların öcünü Japonya’dan nasıl alacaklarını, “savaşı Japonlara nasıl iade edeceklerini” tartışıyorlardı. Bunu yapmak için Japon anavatan adalarına saldırmaları gerekiyordu ve bunu yapmak imkânsızdı çünkü adalar, Birleşik Devletler’in Pasifik üslerinden havalanacak uçakların menzilinin dışında kalıyordu; uçak gemilerini uçaklarını havalandırmak üzere adalara doğru göndermek de uçak gemilerini ölümcül bir riske atmak anlamına geliyordu. Tek çözüm, bir uçak gemisine uzun menzilli bombardıman uçaklarını doldurmak ve Japonların ulusal gururu için kıymetli bir hedefe yani Tokyo’ya bombalarını bırakmak üzere havalanabileceklerini ummaktı. Görev kuramsal olarak mümkündü ancak uygulanması çok zordu. Washington yine de denemeye karar verdi. 2 Nisan’da Hornet güvertesinde, takdire şayan havacı Albay James Doolittle komutasında on altı B-25 orta menzilli bombardıman uçağıyla San Francisco’dan ayrıldı.

Hornet’ın güvertesinde görülen B-25’ler.

Plan Hornet’in Japonya’ya 500 mil mesafeye kadar yaklaşması, uçaklarını kaldırıp geri dönmesi, bu esnada uçakların Tokyo’yu bombalayıp Çin’de, hâlâ Çan Kay Şek kontrolünde olan bölgelere uçmasıydı; Çan Kay Şek’e B-25’leri beklemesi söylenmiş ancak uçuş görevleri hakkında bilgi verilmemişti. Midway ile Kuzey Aleut Adaları arasından yaklaşan Hornet ve eskortları, 18 Nisan’da Tokyo’ya 650 mil uzaklıktayken bir Japon donanma gözcüsü tarafından tespit edildi. Saldırı gücüne komuta eden Amiral William Halsey, o anda uçuş menzillerinin sınırında olmalarına rağmen, derhal B-25’lere havalanma emri verdi ve Pasifik’in güvenli sularına geri çekildi. Doolittle’ın bombardıman uçaklarının hepsi uçuş güvertesinden havalandı, on üç tanesi Tokyo’yu ve üçü diğer Japon hedeflerini bombaladı; dördü Çin’e, biri Sovyetler Birliği’ne indi ve kalanları, Çin üzerinde paraşütle atlayan mürettebatları tarafından terk edildi. Bu pervasız maceraya atılan seksen havacıdan yetmiş biri hayatta kalıp Birleşik Devletler’e döndü.

Eğer Japon yüksek komutasının dikkatini çekmemiş olsaydı Doolittle akını, her şeye rağmen bir fiyasko olarak görülebilirdi. Hava akını hakkında resmi bir açıklama yapılmamış olan Tokyo sakinleri, dağınık patlamaları bir Amerikan saldırısıyla ilişkilendirmemişti; ancak tanrı-imparatorun hizmetkârları olarak generaller ve amiraller, bombardımanın imparatorun şahsına oluşturduğu tehditten dehşete düşmüşlerdi. Saldırı zamanında Donanma Genelkurmayı ile Birleşik Filo arasında Pasifik savaşının gelecekteki gidişatı hakkında bir tartışma sürüyordu. Kara kökenli kurmay subaylar, Avustralya’ya saldırmak ve Birleşik Devletler’in batı kıyısı ile deniz yoluyla olan uzun iletişim hattını tehdit etmek için Yeni Gine, Solomonlar ve Yeni Kaledonya’da ilave köprübaşları ele geçirmek için “Güney Alanı”na ilerlemeyi savunuyorlardı. Yamamoto’nun temsil ettiği Birleşik Filo ise, stratejik olarak ne kadar değerli olursa olsun yeni topraklar ele geçirmek değil, stratejik bir zafer istiyordu. Hawaii açıklarındaki Midway Adaları’nı istila etme girişiminde bulunurlarsa Amerikalıları savaşmaya zorlayabileceklerine, böylece Birleşik Devletler Donanması’nın kalan uçak gemileriyle kesin sonuç alacakları bir savaşa girebileceklerine inanıyorlardı.

Midway Mercanadası.

Doolittle’ın akını tartışmayı sona erdirdi. Hornet, uçakları havalandırdığı noktaya Japonya’nın savunma kuşağının “anahtar deliği” olan Midway’den geçerek ulaşmıştı. Japonya’daki üst düzey hiçbir subay anahtar deliğinin açık kalmasına açıkça göz yumamazdı, aksi halde imparatorun selameti göz ardı edilmiş olunacağı için, Donanma Genelkurmayı Birleşik Filo’nun planına itirazını derhal geri çekti ve Yamamoto’nun Midway teklifini kabul etti. 8 ile 10 Mart arasında Yeni Gine’de kurmuş oldukları köprübaşlarını ilerletmek için Mayıs başlarında bir operasyon ayarlanmıştı; Japonya büyük adanın güney kıyısındaki Port Moresby’ye birlik çıkartarak Darwin ve Avustralya’nın Kuzey Bölgesi’ni daha çok tehdit edebilecekti. Ancak çıkarmayı korumak için gereken uçak gemileri, görevleri biter bitmez Midway’e yapılacak saldırı için Orta Pasifik’te yoğunlaştırılacaklardı.

“Sihir”, Pasifik savaşında ilk defa burada Amerikalıların imdadına yetişti. Japonların temkini elden bırakarak verdikleri sinyallerin yakalanması ve şifrelerinin çözülmesi –daha sonra pişman olacakları “zafer hastalığı”na yakalanmış olmalarının bir belirtisiydi– Pasifik Filosu’nu, Port Moresby’ye yaklaşan Japon saldırısı konusunda uyardı. Buna önlem olarak Japon istila filosunu engellemek üzere uçak gemileri Lexington ve Yorktown gönderildi. Japon filosunu üç uçak gemisi, yeni ama küçük Shoho ile büyük Shokaku ve Zuikaku koruyordu. Şansları yaver giden Amerikanlılar 7 Mayıs’ta Shoho’yu batırdılar. Ertesi gün karmaşık manevralardan sonra, Japonların kalan iki uçak gemisi ve Amerikalıların iki uçak gemisinden havalanan uçaklar, birbirlerinden 175 mil uzakta birbirlerinin ana gemilerini buldular ve acımasız bir saldırıya başladılar. Shokaku ağır hasar aldı; Yorktown sadece hafif hasar aldı ancak uçuş yakıtı hatlarındaki bir kaçak sebebiyle Lexington’da yangın çıktı ve terk edilmek zorunda kalındı.

Mercan Denizi Muharebesi’nin Amerikalılara iki faydası dokundu. Japon ordusunun Avustralya kıyılarına doğru ilerleyişini durdurdular ve Kuzey Yeni Gine’yle sınırladılar. Ayrıca Amerikan uçak gemisi ve hava grubu mürettebatlarının rakiplerine en azından denk oldukları kanıtlandı ve bunun yanı sıra Yorktown değerli bir savaş tecrübesi kazandı. Yorktown’un kaptanı hasarın “doksan günlük bir bakım” gerektireceği tahmininde bulundu, fakat gemi 27 Mayıs’ta Pearl Harbor’a geldikten sonra kırk beş saat içinde onarıldı. 30 Mayıs’ta, uçak gemileri arasında yapılacak bir savaşa hazır olmasa da Midway muharebesi için Enterprise ve Hornet’a katılmak üzere yola çıktı.

Ölümcül beş dakika

Ufuktaki muharebe hakkında bilgi sahibi olan tüm Amerikalılar durumun umutsuz olduğunu fark etmiş olmalıydı. Görevdeki beş Amerikan uçak gemisinden Wasp, Malta’ya uçak taşımaya yardım ettiği Akdeniz’den dönmekteydi ve Saratoga onarımın ardından yetiştirilmeye çalışılıyordu. Kalan üçü, iki görev gücünün, 17 (Yorktown) ve 16’nın (Enterprise ve Hornet) çekirdeğini oluşturuyordu ve etkileyici bir kruvazör ve muhrip eskortuyla denize açılmışlardı. Ancak komuta eden amiraller Frank John Fletcher (Görev Gücü 17) ve Raymond Spruance (Görev Gücü 16), ciddi bir dezavantajla savaşa gireceklerinin farkındalardı. Japon Birinci Hava Filosu’nun altı büyük uçak gemisine (o esnada dördü –Akagi, Kaga, Hiryu ve Soryu– Midway yolundaydı) ana muharebe gemileri refakat ediyordu ve Japon filosunun belirgin bir uçak üstünlüğü olacaktı: Midway’e doğru gelen Japon uçak gemilerinin her birinde yetmiş uçak varken Amerikalılarda sadece altmış uçak vardı. Savaş gününde 272 Japon bombardıman ve avcı uçağı, 180 Amerikan uçağıyla karşılaşacaktı. Bu kötü bir eşitsizlikti.

Ancak eşitsizlik, Mercan Denizi’nden önce olduğu gibi Sihir operasyonu ile dengelenecekti. Japonların Midway harekâtı için uyguladığı telsiz güvenliği çok sıkıydı. Operasyonun kendisi MA olarak adlandırılmıştı. Bu ad, Midway Adaları’na çok belirgin şekilde işaret etmekle birlikte, başka bir anlama da gelebilirdi. Hedefse AF olarak adlandırılmıştı. Amerikalı Sihir kriptoanalistleri tarafından bu isimleri içeren pek çok mesaj ele geçirilmişti ancak çözülen şifreler, Birinci Hava Filosu’nun hedefi hakkında hiçbir ipucu vermiyordu. Tüm bunlara rağmen Hawaii’deki kriptoanalistlerden biri, Midway’in hedef olduğuna inandı ve Japonlara tuzak hazırladı. Hawaii ile Midway arasındaki güvenli telgraf hattı yoluyla Midway garnizonuna bir mesaj gönderdi ve açık kanaldan içme suyunun tükenmekte olduğunu Hawaii’ye bildirmesini istedi; bu, Japonları şüphelendirmeyeceğini düşündüğü masum bir idari mesajdı. İnandığı şey doğrulandı. Kısa süre sonra Sihir ağı üzerindeki bir Avustralya anteni, AF’nin içme suyu kıtlığı yaşadığını bildiren şifreli bir Japon mesajı yakaladı. Bu hile, Japonların hedefini ortaya çıkarmıştı; buna müteakip çözülen şifreler MA olarak adlandırılan harekâtın 4 Temmuz’da başlayacağını ortaya koymuştu. Görev Gücü 16 ve 17, Japonları karşılamak üzere Midway’in kuzeydoğusunda mevzilenmek için zamanında hareket ettiler.

Donanma subayları havacılık faaliyetlerinin başlangıç aşamalarında, uçağı, düşmanı gözlemek ve savaş başladıktan sonra top atışlarının düştüğü yeri tespit etmek için ana muharebe gemisi filosuna yardımcı bir unsur olarak görmüşlerdi. Kraliyet Donanması, bunu 1942’de bile donanma uçaklarının esas rolü olarak kabul ediyordu. Ancak hem Amerikan hem de Japon filolarında donanma havacıları, gelenekçilerin ana muharebe gemisi saplantılarını ikinci plana düşüren bir otoriteye ulaşmışlardı. Uçak gemisinin ve hava gruplarının, haklı olarak okyanusun kraliçeleri oldukları yargısına varmışlardı. Fakat çıkarma birliklerini desteklemek için kapalı denizlerde verilen hiçbir savaş, Mercan Denizi Muharebesi bile bu yargıyı teyit etmemişti. Şimdi yargılarını, herhangi bir kıtaya 2000 mil uzaklıkta, Orta Pasifik’in engin sularında test edeceklerdi.

Midway İşgal Kuvveti’nin ana muharebe gemisi ve kruvazörlerinin eşlik ettiği Birinci Hava Filosu, 4 Haziran’da küçük adanın menziline girdi. Bazıları Aleutlar kadar kuzeye uzanan pek çok diğer Japon donanma gücü, Amerikan Pasifik Filosu’nun komutanlarını şaşırtıp güçlerini bölmeye zorlamak göreviyle aynı anda hareket etmişti. Bu gereksiz bir hileydi. 1942 ortalarında Pasifik’teki Birleşik Devletler Donanması o kadar zayıftı ki, stratejik bir kuvvet oluşturmak için tüm büyük gemilerini bir arada tutmak zorundaydı. Ancak ABD donanması Yamamoto’nun armadasında benzeri olmayan bir kuvvete sahipti: karada üslenmiş uçaklar, Catalina amfibi uçan tekneler ve Midway atolünde üslenmiş olan Uçan Kaleler. İniş platformlarının menzil dışında kalmaları veya daha kötüsü batırılmaları korkusu olmadan Japon uçak gemilerine karşı harekâta geçebilir ve geri dönebilirlerdi. Karada üslenen uçaklar, Midway Savaşı’nın gelişiminde önemli rol oynayacaklardı.

Gerçekten de Japon uçak gemilerine karşı ilk hareket, Midway hava keşif gücüne bağlı bir Catalina tarafından 3 Haziran’da yapıldı. Adaya doğru ilerleyen istila filosunu tespit etmiş, böylece Sihir istihbaratının doğru olduğunu onaylamıştı. Ertesi gün Uçan Kaleler filoyu bombaladı ama ıskaladılar, dört Catalina ise istila gemilerinden birini batırdı; sadece mütevazı bir ikmal gemisiydi, ama yine de bu kayıp, hâlâ Pearl Harbor’daki gibi gözü pek davranan uçak gemisi amirali Nagumo’yu çıkarma başlamadan adanın savunmalarının üstesinden gelmesi gerektiğine ikna etmeye yetti. Saat 04.30’da dört uçak gemisinden kara saldırısı için parça tesirli bomba yüklü dokuz bombardıman uçağı filosu havalandı ve bunlara dört filo Zero avcı uçağı eşlik etti. Radar Amerikalılara uyarı vermişti ancak bu, atolde üslenen eski avcıların yetersizliğini telafi edemezdi. Amerikan avcı uçaklarının üçte ikisi imha edildi, Midway tesislerine ağır hasar verildi ve Japon bombardıman uçakları hiç kayıp vermeden uçak gemilerine geri döndü.

Midway Muharebesi.

Bunlara rağmen, Japon hava akıncılarının lideri, dönüşünde Nagumo’ya Midway’in tekrar bombalanması gerektiğini bildirdi. Bu, amiralin planında yoktu. O bunu gözden geçirirken Amerikalılar saldırdı. Şafak devriyelerinden biri Nagumo’nun uçak gemilerinin konumunu tespit etmiş, bildirmiş ve Pasifik Filosu komutanı Amiral Chester Nimitz’in Midway’e uçaklarını tekrar havalandırması emrini vermesine sebep olmuştu. Görev güçlerinin genel komutanı olan Fletcher, eşzamanlı olarak Enterprise ve Hornet’in saldırı pozisyonunda mevzilenmesini emretti; Yorktown da onları izledi. Midway’in karada üslenmiş bombardıman uçaklarından oluşan ikinci dalganın gelişi, Nagumo’nun bir karar vermesini sağladı. Uçak gemilerinin güverteleri, dönen uçaklara Amerikan yüzey gemilerine –eğer tespit edilebilirlerse– yapacakları saldırı için yüklenmek üzere aşağı güvertelerden taşınan torpidolarla dolu olmasına rağmen bu emri iptal etti ve uçakların Midway’e ikinci bir saldırı için parça tesirli bombalarla yüklenmesi emrini verdi.

Bu zaman alacaktı. Zaman tükenirken Hornet ve Enterprise kendi torpido ve pike bombardıman uçaklarını havalandırabilecekleri mevziye ulaştılar ve saat 07.00’da uçaklarını havalandırdılar. Bir saat sonra Yorktown uçaklarını havalandırdı. Saat 09.00’da Midway’in kuzeydoğusunda gökyüzü, iki filoyu ayıran 175 millik okyanusu geçmek üzere yol alan 150 Amerikan uçağıyla doluydu.

Nagumo beliren tehlikenin farkındaydı. Saat 07.28’de keşif uçaklarından biri, bir düşman gemisi göründüğü bilgisini verdi. Ama nasıl bir gemi olduğunu bir türlü belirleyemedi. Ancak 08.20’de bir uçak gemisinin varlığını çekinerek bildirdi ve 08.55’e kadar torpido uçaklarının havada olduğu ve Nagumo’nun yönüne ilerlediği raporunu vermedi. Japon amirali ciddi bir hata yaptığının şimdi farkına varmıştı; uçaklara bomba yükleme emrini derhal iptal etti; ancak sayıca üstünlüğü göz önüne alındığında hatası kesinlikle feci değildi. Her halükarda başka meselelerle meşguldü. İlk önce Nimitz’in havalanma emri verdiği Midway bombardıman uçakları, Zeroların silahlarıyla doğrandı. Daha sonra 08.40 ile 09.00 arasında Midway’e göndermiş olduğu ikinci saldırı gücü geri döndü ve inmesi gerekti. İnişleri tamamlandıktan sonra mürettebat, yakıt hortumları ve bu defa gemilere karşı olan yeni görevleri için torpillerle dolu mühimmat arabalarıyla uçakların etrafını sardı.

Enterprise ve Hornet’ten gelen ilk dalga dört Japon uçak gemisini 09.30’dan hemen önce, sıkı bir kutu formasyonunda ve tepelerinde devriye gezen Zerolarla, güverteleri yakıt ve silah yüklenen bombardıman uçaklarıyla dolu bir halde buldu. Nagumo kısa süre önce yön değiştirmişti yani karşılaşma, Amerikalılar için başlangıçta bir şans unsuru barındırıyordu. Karşılaşma kısa sürdü. 09.36’da Hornet’in torpido bombardıman uçaklarının hepsi ve Enterprise’ın on torpido bombardıman uçağı düşürüldü; pike bombardıman uçakları Nagumo’nun yön değiştirmesiyle atlatıldı ve bir hedef bulmakta başarısız olunca, yeterli yakıtı olanlar eve döndü, Midway’a indi veya terk edildi, avcı eskortlarının hepsinin yakıtı tükendi ve denize düştüler.

Nagumo ucuz kurtulmuştu. Dezavantajlı bir durumda olmasına rağmen sayıca üstün oluşu ve iyi hesaplanmış rota değişikliği onu tehlikeden uzaklaştırmıştı. Düşmanın saldırı uçaklarının üçte ikisi püskürtülmüş veya imha edilmişti. Kalanların onu bulabilmesi neredeyse imkânsızdı.

Yorktown’un önseziyle seyir halinde bulunan ve daha sonra Nagumo’nun uçak gemileriyle Görev Gücü 16’nın uçakları arasındaki savaşın dumanını takip eden torpido bombardıman uçakları onu yine de buldu. Ancak torpidolarını atmak için alçaktan, düz ve doğrudan uçmak zorunda kaldıklarından on iki uçaktan yedisi, hava devriyesi tarafından düşürüldü ve atılan torpidolardan hiçbiri hedefi bulmadı. Saat on sularında Nagumo, son Amerikan saldırısı gibi görünen şeyi püskürtmüş ve Midway’in öteki tarafında bir yerlerde bulunan silahsız rakibini bulup imha etmeleri için kendi uçaklarını kaldırmaya hazırlanıyordu. Formasyonu bir miktar dağılmıştı ancak gemilerinin hiçbiri hasar almamıştı ve avcı gücü sağlam duruyordu.

Ne yazık ki avcılar geçici olarak yanlış irtifadaydı. Yorktown’un torpido bombardıman uçaklarıyla savaşmak için deniz seviyesine çekilerek belirebilecek herhangi bir pike bombardıman uçağı kuvvetine karşı gökyüzünü açık bırakmışlardı. Enterprise’ın 175 mil uçmuş olan pike bombardıman uçağı gruplarından biri ana geminin diğer uçaklarıyla irtibatını kaybetmiş, yanlış bir dönüş yapmış ve hedefine şans ve uyanık tahminlerle ulaşmıştı. 4 Haziran 1942 sabahı saat 10.25’te, deniz savaşı tarihinin en şok edici ve nihai darbesini vurmak üzereydiler. Liderleri Deniz Binbaşısı Wade McClusky saldırı için döndü ve otuz yedi Dauntless pike bombardıman uçağını, Japon uçak gemilerinin uçuş güvertelerine doğru 14.500 fitten dalışa geçirdi.

Dauntless pike bombardıman uçağının dalışa geçişini gösteren bir illüstrasyon.

Gemilerin güvertelerinin hepsi uçaklar ile yakıt ve bomba ikmali gereçleriyle tıklım tıklım doluydu. Kalkış için motorlarını çalıştıran uçakların yanında yüksek oktanlı yakıt hortumları, kenara ayrılmış bomba yığınlarının arasından geçiyordu; bunlar bir felaket için gereken bileşenlerdi. İlk giden Nagumo’nun bayrak gemisi Akagi oldu. Bir bomba, torpido depolarının birinde bir yangın başlattı ve yirmi dakika içinde yangın o kadar yayıldı ki amiral sancağını bir muhribe taşımak zorunda kaldı. Dört bombayla vurulan Kaga, kendi uçak yakıtıyla alev aldı ve daha da süratle terk edilmek zorunda kaldı. Soryu üç isabet aldı; bunlardan biri güvertede park etmiş uçaklar arasında bir yangın başlattı, motorlarını durdurdu ve peşinden hiç ayrılmayan bir Amerikan denizaltısı tarafından öğle vakti batırıldı.

Yorktown’ın batırılmasını müteakiben yayınlanan gazete manşeti.

10.25 ile 10.30 arasında, tam olarak beş dakika içinde, Pasifik’teki tüm savaşın gidişi tersine dönmüştü. Muhteşem gemileri, modern uçakları ve süper pilotlarıyla Birinci Hava Filosu harap olmuştu. Ve felaket sonlanmamıştı. Hiryu saldırıdan kurtulmuştu; ama geçici olarak. Öğleden sonra saat beşte Midway’den uzağa süratle ilerlerken Enterprise’ın pike bombardıman uçakları tarafından bulundu, dört isabet aldı, yanmaya başladı ve alevler baştan kıça yayılınca mürettebatı tarafından aceleyle terk edildi.

Böylece Nagumo’nun filosunun tamamı, onunla birlikte de imparatorluk rüyası yok oldu. Yamamoto’nun altı ay boyunca “at koşturma” kehaneti neredeyse günü gününe gerçekleşti. Uçak gemisi filoları arasında Pasifik’te geçici bir denge kuruldu (Yorktown 6 Haziran’da bir denizaltı tarafından batırıldı); ama Japonlar kaybettikleri avantajı –Amerikan endüstrisini birinci elden görmüş olan Yamamoto’nun bildiği gibi– bir daha asla ele geçiremeyeceklerdi. 1942-44 arasında Japon donanmasına altı adet filo uçak gemisi katılırken; on dört filo uçak gemisi, dokuz hafif uçak gemisi ve altmış altı eskort uçak gemisi denize indiren Amerika, Japonya’nın direnemeyeceği bir filo yaratacaktı. Japonya’nın askeri harekâtları artık savunma çabasıyla sınırlı olacaktı, ancak bir savunma savaşı verirken de Birleşik Devletler’in ve müttefiklerinin cesaretini ve kaynaklarını sonuna kadar test edecekti.

Kaynak: Keegan, John, İkinci Dünya Savaşı, çev. Samet Öksüz, Say Yayınları, s.276-286.

Yorum Ekle

Yorum yazmak için tıklayın